21 Mayıs 2009 Perşembe

BİR GÜNEŞ, BİR BABAM VE

TERLİKLERİM


Medine'de bir şirkette elektrik teknisyeni olarak çalışan Allah dostu ve peygamber aşığı bir kardeşimiz işin son günü sabah mesaisinde kendisine verilen teknik görevi tamamlayıp ayrılmak üzere iken Resulullah'ın Ravzasında elektrik çarpması sonucu vefat etti ve Cennetul Bakiye defnedildi. Tabii ailesi mecburi istikamet Türkiyeye döndü. O zaman 7 yaşında olan oğlu Muhammed Nebi Doğanay bugün ortaokul ögrencisi. Kompozisyon dersi ödevi olarak bir makale yazmış ve birincilik almış. İşte o peygamber aşkını en derinden yaşayan bir yüreğin yansımaları.. Biliriz ki dil kalpten geçen her şeyi ifade edemez. Allah bize de bu kardeşimiz gibi Resulullah sevgisi nasip etsin. Amin. ..................................................

Bir seni güneşim, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geldiğim yerde; Bir ilkbahar gününde güller gibi kokan Medine'de dünyaya gözlerimi açmıştım. Doğduğum hastane senin Ravzanın hemen yanıbaşında olduğu için, duyduğum ilk koku senin bahçenin gül kokuları olmuş. Babam gelip te daha kulağıma ezan okumadan, kulaklarım senin mescidinin ezan sesleriyle şereflenmiş. 40 günlük olduğumda ilk ziyaretimi de senin Hane-i Saadetine yapmışım. İlk adımlarımı senin Ravzandaki mermerlerinde atmış ve Rabbimle ilk buluşmamı, ilk secdemi senin mescidinde yapmışım. Hemen hemen yaptığım her ilkte sen varsın. Daha konuşmasını öğrenmeden seni sevmeyi öğrendim ben. Belki seni çok tanımazdım ama sanki bana çok çok yakınmışsın gibi severdim seni.

Senin evini her ziyarete gelişimizde seni görmesek bile senin varlığını hisseder, evinden her ayrılışımızda hüzünlenirdik. Çocuklar evde sıkılınca babaları parka, eğlence yerlerine götürsün isterler. Biz Medine'de yaşadığımız sürece hiç babamızdan parka götürmesini istemedik. Bizim canımız sıkılmaz mıydı acaba hiç? Sanırım Medine'deki hiçbir çocuğun canı sıkılmazdı. Çünkü orada hiçbir yerde olmayan gül bahçesi ve bahçenin biricik efendisi vardı. Bizim vaktimizin çoğu o bahçede geçerdi.

Senin bahçenin mermerlerine ayakkabı ile basamazdık. Yalınayak dolaşırdık mermerlerin üstünde. Kimbilir, korkardık belki de bahçenin güllerine basıvermekten. Yazın mermerler ayaklarımı yakardı. Olsun bu da bizim hoşumuza giderdi. Babama sormuştum bir seferinde:

- Babacığım neden Medine bu kadar sıcak diye. Babam da:

- Evladım Medine'de iki tane güneş varda ondan, derdi.

- Nasıl olur babacığım, güneş bir tane değil mi? derdim. Babam gülerek:

- Bak yavrum doğru, bütün dünyayı ısıtan bir güneş var ama bir de alemleri ısıtan ve aydınlatan güneş var. O güneş de Medine'de olunca sıcaklık iki kat oluyor.

Babamın bu cevabı hoşuma giderdi ve ısınırdım. Gerçekten de ayaklarımızı mermerler ısıtıyordu ama senin güneşinde, sıcaklığında içimizi ısıtıyordu. Medine'den ayrıldığımızdan beri belki ayaklarımız ısınıyor ama içimiz bir türlü ısınamıyor. Çünkü güneşimizin en büyüğünü orada bırakmıştık. Ben güneşimi kaybetmiştim. Onun evine, bahçesine gidemiyordum artık. Gerçi ışığı ta buralarda bizi aydınlatıyordu ama içimi ısıtması için onun Ravzasında yalınayak koşmam lazımdı. Evet, bahçende yürürken ezanlar okunurdu. Öyle güzel okur ki Medine müezzini ezanı, sanki Bilali Habeşi okuyor sanırsınız. Namaz kılmak için Mescide koştururduk, bilir bilmez. Babamın yanında namaz kılardık.

Büyük sütünların altından gelen soğuk havadan saçlarımızı savurturduk. Zemzem bardaklarından güller yapardık. Namaz kılarken yanımıza usulca bir kedi sokulurdu. Babam 'incitmeyin sakın, onlar Ebu Hüreyre'nin kedileri' derdi, biz de inanırdık. Senin Mescidine kediler de girebilirdi. Sen çok iyi bir ev sahibiydin çünkü.

Çarşamba günleri hep Uhud'a giderdik. Senin çok sevdiğin amcanı ziyaret etmeye, o bizim de amcamızdı. Kardeşlerimle Ayneyn tepesine çıkar oradan Uhudda yatan 70 şehide selam verirdik. Uhud dağına her baktığımızda sanki orada seni görür gibi olurduk. Uhud da senin Ravzanın kokusu gibi gül kokardı. Orası da ayrı bir gül bahçesi idi sanki.

İşte benim yedi senem ki en değerli en güzel yıllarım senin köyünde, senin gül bahçende, senin savaştığın yerlerde sanki yanımda sen varmışsın gibi seninle dopdolu geçti. Seni görmesem de seninle yaşamaya o kadar alışmıştım ki senin yanından ayrılırken sanki bir yanım, bir canım, bir parçam orada kalmıştı.

Buraları bana gurbet oluverdi. Elimde olsa hemen yanına koşar gelirim ama hep büyüyünce gidersin diyorlar. Ben sırf senin yanına gelebilmek için büyümek istiyorum. Senin yanına geldiğim zaman büyümüş bile olsam bahçendeki mermerlerde yalınayak dolaşacağım. Ta ki güneşin içimi ısıtana kadar.

Senin hasretinden içim üşüyor. Belki hasretin herkesi yakar, beni de üşütüyor işte. Çünkü benim ruhum doğduğumdan beri senin sevginle ısınmaya alışkın. Senin sıcaklığına o kadar muhtacım ki. Ne olur ben sana gelemesem bile sen beni hiç bırakma. Işığınla gecelerimize nur ol. Sıcaklığınla bütün zerrelerimizi ısıtıver. Hani sana Medineyken komşuyduk ya, evlerimiz birbirine çok yakındı. Senin varlığın bize güven verirdi hep. Yine öyle ol, arasıra da olsa evimizi şereflendiriver.

Hem benim adım Nebi, aynen seninki gibi. Bu ismi bana seni çok seven bir dostun koymuş. Diğer adım da Muhammed, yine senin gibi. Bu ismi de canım babacığım koymuş. Buraya gelirken senin köyünde bıraktığımız babacığım. Sana benzeyen bir yanım daha var. Ben de senin gibi babasız büyüyorum. Ben çok şanslıyım, sen bize asla yetimliğimizi hissettirmedin. Medine'den ayrıldığımızdan beri sanki sen hep yanıbaşımızdaymışsın gibi hissediyorum. Geceleri korkmadan güvenle uyuyorum hep. Seni tanıdığım ve seni sevdiğim için Rabbime binlerce kez teşekkür ederim.

Babam senin köyünde kalmıştı. Biz babamın cenazesini gömerken abimin terlikleri babamın kabrine düştü ve orada kaldı. Ben o terlikleri çok kıskandım. Çünkü abimin terlikleri hep babamla kalacaktı. Babamı son ziyaret edişimizde ben de kimse görmeden terliğimi babamın kabri üstüne gömüverdim. İşte şimdi benim terliğim de hep babamla kalacaktı. Evet demiştim ya bir güneşimi, bir babamı, bir de terliklerimi bırakmıştım geride. Babam ve terliklerim hep oradaydı, gelemezlerdi. Ama güneşim hep yanımızdaydı. Yetimlerin efendisi, yetimlerini hiç ışıksız bırakır mı? Dünyanın bir ucuna gitmiş olsaydık bizi bırakmayacağını biliyordum. Gözümüz gönlümüz seninle aydınlanır efendim. Ruhumuz, içimiz sıcaklığınla ısınır. Birgün sana gelişim geç bile olsa bana, Gül bahçesinin mermerlerinde yalın ayak koşmak nasip et. Taki aşkınla, sevginle bütün bedenim yanıp kavrulsun.

10 Mart 2009 Salı

YA RASULALLAH

Bugün yine Seni anıyor gönlümüz, Seni arıyor yüreklerimiz...Hem de Seni gerçekten tanıyamamanın ve hakkıyla sevememenin ızdırabıyla.. Ondört asır evvel Sen bu gece dünyamıza teşrif etmiş ve bütün bir varlık alemini sevindirmiştin. Çünkü zulmet karanlığını hidayet nuruyla boğacak güneş doğuyordu. Semanın kapıları açıldı ardına kadar. Yıldızlar bir başka güzel parlıyordu, ay bambaşka güzellikteydi bu gece. Yer-gök, canlı-cansız herşey sana selama duruyordu.Ümmetin gözbebeği, kainatın efendisi, alemlerin sultanı, âşıkların Leylâ'sı geliyordu. Nasıl selama durmazdı yer ve gök? Nasıl sevinmezdi canlı-cansız mahlukat? Ve nasıl coşmazdı yıllardır yollarını gözleyen yürekler?

Sen çölde susuz kalmışlara su oldun. Cehaletin karanlığında kalmışları aydınlatan nur oldun.Küfrün zilletiyle esfel-i safiline yuvarlananları, imanın yükseltici atmosferiyle âlây-ı illiyyine çıkardın. Kötülükleri yok ettin bir bir. Çirkinlikleri kaldırdın yer yüzünden. Asr-ı Saadeti yaşattın dünyaya. Deli gibi sevdi insanlık Sen'i, mecnun oldu Sen'in için ashab. Sana öyle bağlandılar ki tek bir nazarın bile yeterdi uğruna canlarını feda etmeleri için. Çünkü Sen, En Sevgili'ydin! Çünkü Sen, Habibullah'tın! Ve Sen alemlere rahmettin Efendim...

Gidişinle çöle döndü âşıkların yürekleri. Tüm sevdiklerini, varlıklarını kaybetseler gidişine üzüldükleri kadar üzülmezlerdi. Çünkü Sen herşeylerinden azizden onların.

Şimdi aradan asırlar geçti Efendim! Ama herşeyin tek tek zeval bulup gitmesine inat, Sen'in sevdan her geçen gün biraz daha canlanıyor kalplerde. Sana sevdalılar çoğalıyor durmadan. Sen'i bir kerecik görebilmek için her şeyini feda etmeye hazır gönüller var aramızda. Gece-gündüz gözyaşı döküp dualarında Sen'i isteyen âşıklar var. Onların hatırına bu gece bir kere daha doğ yüreklerimize, bir daha batmamak üzere. Sevdamızı körükle, sinelerimize kur tahtını ey Güzeller Güzeli!..Sana her zamankinden çok daha fazla muhtacız bugün. Kıtmir bile olamayız belki kapına farkındayız ama Sen'i çok seviyoruz Habibim! Ashabın gibi olmasa da, gözyaşıyla söyleyemesek de adını seviyoruz işte Sen'i hem de çok seviyoruz ya Rasulallah!...İçimizde fırtınalar kopararak sesleniyoruz Sana: "Sen"i çok ama çook özledik ya Rasulallah..Nerdesin, neredesin? Rüyada da olsa bir kerecik teşrif etmez misin aramıza? Ama yüzümüzün karasına bakmadan Efendim, hâlimizin perişanlığını sormadan..Utanıyoruz Sen'den ey Nebi! Yine de bekliyoruz sevgini, şefkatini ve Sen'i..Ne olur gel artık, gel ey Can..." Nedir o meşâle, nurun mu ya Rasulallah?..

Bir kere daha MEVLİDİN KUTLU OLSUN EFENDİM....
LALEZAR

5 Mart 2009 Perşembe

Medine'nin Gülü

Ezeli Nur

16 Şubat 2009 Pazartesi


RASULULLAH (S.A.V.) KENDİSİNİ ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS EDENLERİ AFFEDİYORDU

Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem),ashabıyla, Yemen’in Nahle mevkisinde Muhârib ve Gatafan kabileleriyle savaşmış geri dönüyordu. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve selem), bir ağacın gölgesi altında yalnız başına öğle uykusunda uyuyordu. Kılıcı da ağacın dalında asılı bulunuyordu.
Muhârib kabilesinden Gavres adındaki biri bu ânı ganimet bilip Rasulullah’ın başucuna kadar geldi ve ağaçta asılı olan kılıcını elini alıp sıyırdı. Bu sırada Allah Rasûlü uyandı. Gavres:
-“Şimdi seni benim elimden kim kurtarabilir?” dedi.Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem):
-“Allah!” deyince kılıç Gavres’in elinden yere düştü. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) hemen kılıcı eline alarak:
-“Şimdi, benim elimden seni kim kurtarabilir?” diye sordu. Gavres:
-“Sen kılıç tutanların hayırlısı, esir edenlerin en keremlisi ol!” dedi. Allah Rasûlü:
-“Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet getir.” buyurdu. Gavres:
-“Hayır, getirmem ama bir daha seninle savaşmayacağıma ve sana savaş açanların yanında olmayacağıma söz veririm.” dedi. Bunun üzerine Allah Rasûlü adamın yolunu açtı ve onu serbest bıraktı. Gavres arkadaşlarının yanına gittiğinde ise:
-“İnsanların en hayırlısının yanından geliyorum” demişti. Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) kendisini öldürmeye kalkışan bu adamı cezalandırmadı.
(O'nun Güzel Ahlâkı-Kandehlevî)

image hosting for myspace hosted images

image hosting for myspace

23 Ocak 2009 Cuma

22 Ocak 2009 Perşembe

Hu Mevlam (Mikail)

21 Ocak 2009 Çarşamba

O'nun İçin Şiir

20 Ocak 2009 Salı

İSLÂM DAVASINA SAHİP ÇIKANLAR UNUTULMUYORDU
Sürâka bin Mâlik, hicret esnasında müşrikler tarafından ortaya konulan büyük ödülü almak için, Efendimiz (sallallahü aleyhi ve selem)i takip etmiş ve yanlarına kadar varmıştı.Fakat atının ayakları iki-üç defa kuma saplanınca maksadına erişemeyeceğini anladı ve O’ndan emân diledi.
Rasul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem) de ona emân verdi.Hem de daha sonraları kendisine dokunulmayacağına dair eline bir de “emân mektubu” verdi.Sonra da ona dedi ki:
-“Bizi gördüğünü kimseye söyleme.Hem git ve öyle yap ki, başkası gelmesin.”
Sürâka beklemeden Mekke’ye döndü.Mekke de Rasulullah (sallallahu aleyhi vesellem) ile Hz,Eebu Bekir(radiyallahu anh) ı Medine yolunda gördüğünü kimseye söylemediği gibi:
-“Ben oralara baktım, kimseyi görmedim.Boşuna uğraşmayınız.”diyerek o tarafa gitmek isteyenleri engelledi ve gerçekten sözüne sâdık çıktı.
Hz.Sürâka diyor ki:
-“Yıllar sonra Huneyn Gazvesi esnasında yanına gidip de o mektubu gösterince Rasulullah (sallallahu aleyhi ve selem) bana: “Yaklaş, yanıma gel” dedi.Ben de yanına yaklaştım.İşte o anda içim O’na tamamen ısındı ve hemen oracıkta Müslüman oldum.”
(Aklın Gözyaşları-Vehbi Yıldız)
image hosting for myspace hosted images

image hosting for myspace

16 Ocak 2009 Cuma






AHDE VEFA
Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki:
-" Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne
gerekiyorsa lütfen yerine getirin."
Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek :
-"Söyledikleri doğru mu?" diye sorar.
Suçlanan genç der ki :
-" Evet doğru."
Bu söz üzerine Hz Ömer:
-"Anlat bakalım nasıl oldu?" diye sorar. Genç anlatmaya başlar:

- "Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir
insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu
yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki
dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların
bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden
hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır
geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı durum bundan ibaret."dedi. Hz Ömer:
-"Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da
kabul ettin" dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak:
-"Efendim bir özrüm var" diyerek konuşmaya başladı:
-"Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan
bana epey bir altın bıraktı. Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak
zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi
ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin
verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde
yerime birini bulurum" der.
Hz. Ömer der ki:
-" Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?"
Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki:
- "Bu zat benim yerime kalır." O zat Hz. Peygamber Efendimizin
(sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen Amr Ibni As'
dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr'a dönerek:
-"Ey Amr, delikanlıyı duydun" der. O yüce sahabe:
- "Evet, ben kefilim." der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü
günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine'nin
ileri gelenleri Hz. Ömer'e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni
As'a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat
gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler. Hz.
Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki:
-" Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim." Hz Amr
Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki:
- 'Biz de sözümüzün arkasındayız." Bu arada kalabalıkta bir
dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür. Hz. Ömer gence dönerek
derki:
-" Evladım gelmeme gibi önemli bir nedenin vardı neden geldin?"
Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insani için pek de önemli
olmayan):
-"AHDE VEFASIZLIK ETTİ" demeyesiniz diye geldim der. Hz. Ömer
başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As'a der ki:
- "Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun
yerine kefil oldun?" Amr Ibni As Allah kendisinden ebediyyen razı olsun,
vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir:
- "Bu kadar insanın içerisinden beni seçti.'İNSANLIK ÖLDÜ' dedirtmemek
için kabul ettim." der. Sıra gençlere gelir, derler ki:
- "Biz bu davadan vazgeçiyoruz."
Bu sözün üzerine Hz Ömer:
- " Biraz evvel babamızın kani yerde kalmasın diyordunuz ne oldu
da vazgeçiyorsunuz." der. Gençlerin cevabı da dehşetlidir:
- "MERHAMETLİ İNSAN KALMADI DEMEYESINIZ DİYE"...


İşte O'nun ikliminde yetişen ruhlar böyle olgunlaşırdı..


image hosting for myspace hosted images

image hosting for myspace

15 Ocak 2009 Perşembe


Allahümme salli ala seyyidina muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ve sellim
O'nu tanımak, O' nu anlamak, O'nu anlatmak...Haddimizi aşar belki ama gaye O ise, gül O ise, aşk O ise âşığa düşen de her halükârda sevdiğini anmak ve anlatmaktır.Öyle bir sevgiliden bahsediyoruz ki kainat O' nun uğruna yaratıldı.
O, Allah ın insanlığa bahşettiği en büyük mucizesi; tek örnek, son peygamber, nur kaynağıdır.O, en kâmil mânâsıyla aşka layık tek insandır.
O, mukaddes bir anahtardır; bütün kâinatın ve onun özü olan insanın varlık sırrını çözen ilâhi kitabın mânâ hazinesine o anahtarla girilir.
O bir kitaptır; Allah ve halk arasında sevgili olanlar, o kitabın hayat sayfalarını tek tek okuyup hayatlarına tatbik edenlerdir.
O'nu tanıyamamak Allah ın en büyük nimetinden mahrum kalmaktır.Hayatı en büyük eksikle yaşamaktır.
O' nu tanıyanın ise gönlü daim mesud, ruhu huzur doludur.Çünkü yaşadığı acı-tatlı her olayda O'nun hayatından kendine örnekler bulur ve teskin olur.
İşte bizler her yönüyle böylesine mükemmel birinin , Hatem-ül Enbiyâ'nın ümmeti olmakla nasiblenmiş ve şereflenmişiz.O bizim için üzerine düşeni fazlasıyla yapan bir Peygamber.Peki biz nasıl bir ümmetiz?
Hayat paylaşmakla güzel, gönlümüz paylaşılanların da güzel olmasından yanaysa paylaşılacak en güzel şey de O olsa gerek... Kâinatın Gonca Gül' üne dair güzellikleri deryadan bir damla misali paylaşmak istedim.Ortaya böyle bir çalışma çıktı.Sizlerin beğenisine sunuyor, paylaşımlarınızı bekliyorum.
(Yazılarınızı isminizle yayınlanmak üzere gulgoncamblog@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.)

7 Ocak 2009 Çarşamba

VUSLAT HAYALİ

Sussa dilim
Ve sadece konuşsa kalbim
Hasretin bittiği
Vuslatın başladığı
Medine diyarına doğru...

Hasret diyarından
Aşk iklimine
Aşk sultanına doğru
Sussa dilim
Aşk çağlayanına kapılsa kalbim

Aşsam yüreğimin çölünü
Varsam Gül-i Rânâ'ya
Hazana uğramış gönlüme
Can gelse aşk meydanı Ravza'da

Ve kırık kalbimi
Yaralı yüreğimi
Kararmış duygularımı
Uzatsam Rasulullah'a

İşte o zaman ersem vuslata
Kapansam Yeşil Kubbe eşiğine
Ve sussa dilim
Konuşsa sadece gönlüm...

CANDOST'TAN

4 Ocak 2009 Pazar

Bu ayeti Fizilal-il Kur'an adlı eserinde Seyyid Kutub şöyle tefsir etmiştir:

" Allah yolunda savaşmaktan ve durumları ile müslümanın hamiyetini mü'minin onurunu ve genel anlamda insanlığın acıma duygusunu etkileyecek bir tabloda sunulan bu ezilmiş erkek, kadın ve çocukları kurtarmaktan nasıl geri kalabilirsiniz? Bu zavallılar çok ağır imtihan ve fitnelere maruz kalıyorlar. Çünkü onlar, inançları ve dinleri yüzünden bunca eziyete uğratılıyorlar. İnanç konusunda eziyet çekmek mal, toprak, can ve ırz konusunda mihnet çekmekten çok daha ağırdır. Burada insan, varlığının en başta gelen özelliğinde çile çekmektedir. İzzet-i nefs, namus, mal ve topraktaki hak bundan sonra gelir.

Mazlum kadının ve zayıf çocuğun tablosu son derece etkileyici bir tablodur. Kendilerini savunamayan -özellikle bu savunma din ve inanç uğruna olursa- yaşlıların tablosu da bundan az etkileyici değildir. İşte bu tablo bütünüyle Cihad çağrısı esnasında gözler önüne serilmektedir. Bu da yeterli oluyor. Bunun için bu feryatlara karşılık vermekten çekinmek kınanmaktadır. Bu üslûp, derin etkili, duygu ve bilinçte uzun süre silinmeyen izler bırakan bir üslûptur.

Burada İslâm'ın, memleket, toprak ve vatan düşüncesine biraz değinelim. "Zalimlerin yaşadığı belde..." olarak nitelendirilen ve İslâm'ın oradaki ezilmiş müslümanları kurtarmak için savaşı zorunlu gördüğü yer, bu konumuyla "Dâru'l-harp" -savaş ülkesi- sayılan Mekke'ydi. Ayrıca ezilmiş müslümanlar da ordan çıkmak için bu denli içten dua ediyorlardı.Orada Allah'ın şeriatı ve hayat metodu egemen olmadığı, müminler dinlerinden dolayı eziyete, inançlarından ötürü işkenceye uğradıkları sürece oranın memleketleri olması İslâm açısından durumunu değiştirmez. Orası bizzat kendileri açısından "Savaş ülkesi"dir. Onu savunmak cihad anlamındaki bir savaş değildir elbette. Oradaki müslüman kardeşlerini kurtarmak için savaşabilirler ancak. Çünkü müslümanın koruyacağı sancak inancıdır. Uğruna savaşacağı toprak parçası ise, İslâm düzenini hayat metodu edinen "İslam ülkesi"dir. Bunun dışındaki tüm vatan anlayışları İslâm dışı cahiliye anlayışlarıdır. Bu tür düşünceleri İslâm tanımaz."

2 Ocak 2009 Cuma



SEN GİDİNCE EFENDİM!..
Sevgili!Sen gitmiştin...Koyup bir başımıza, bırakıp pak ellerimizi, gurbetlerine salmıştın bizi.Yetim kaldık, öksüz kaldık ve ellerimiz kirlendi yokluğunda...Sen gitmiştin...Ayrılıkların dilini hece hece ağlıyoruz şimdi.Akşamlar iniyor dağlara ve hasretimiz yankılanıyor yamaçlarda.
Sevgili!Nasıl iltica edelim sana ;huzuruna nasıl varalım, yalvaralım?!.Kemter karıncalar nice mümkün hâlini Süleyman'a arz?Güneş huzurunda mumların okunmazken esamesi,pervaneler bahsetsin mi varlıktan?Ve duyurabilsin mi sesini!?.Efendim, duyar mısın sesimizi?..
Sevgili!Sen aşk ikliminde sultan, Sen güzellik şahikasında dolunay, Sen vefa göğünde hilal.Biz bir bakışının dilencisi,biz dolunay tutkunları,biz bayramı gözleyen oruçlar.Güzellik ordusunun hakanı sen, gam ruzigârinda gedalar biz.Sen imrenme, biz ayıplanma.Sen özüsün varlığın ve biz varlık iddiasında küstah yoksullar.Sen sabah yıldızlarının ışığı, biz gaflet uykusunda kervancı.Dert ve keder denizinde çığlık çığlığayız biz,kumrular ve bülbüller seni bestelemekte oysa.Çığlıklarımızı bestelere karıştırıver efendim,düşkünlerine, savrulmuşlarına kulak ver.İtivermezsin elinin tersiyle bizi, değil mi efendim?..
Sevgili!Sen gitmiştin...Yokluğunda kaybettik önce varlığımızı ve sonra yok eyledik aklımızı da.Hasretinle akan zamanlarda cevherimiz özden, madenimiz mıknatıstan ayrıldı.Sen gitmiştin...Gönüllerimiz billur kadehler gibi çalındı sengsarlara;ırmaklarımız mecralarında susuzluğa mahkûm edildi.Sen gitmiştin...Çelik mermere çarptı, iradeye ateş düştü yokluğunda.Hasretinden akıllar yitirildi efendim,gönüller gölgelere düştü.Kucak kucağa güneşlerimiz söndü,dudak dudağa denizlerimiz kurudu.Ve sen gitmiştin efendim.
Sen gitmiştin...Seninle birlikte her şeylerimiz gitti.Şehitlerimiz kefenlerinden sıyrıldı senden sonra;kanlarımız sahralar doldurdu.Kelimelerimiz anlamlarını yitirdi,kutlu erlerimiz tutsak oldu nefis ordularına...Hiçbir şey kazanmadık ayrılığında, efendim,hiç kâr elde edemedik.Aldandık, hep aldandık.Delilimizi yitirdik, delillerimizi yitirdik.Dillerimiz dilim dilim edildi efendim.Bize sevmeyi unutturdular ilkin;sonra sevginin ne olduğunu...Kendi gönlüne ihanet edenlerimiz, gönlün kendisine ihanet ediyorlardı artık.Vurgunlar yedik peş peşe efendim...Ve sen gitmiştin.
Sevgili!Sen gitmiştin...Biricik sığınağımız, varlığımızın övüncü, yüz akımızdın.Hayırları söyleyip gitmiştin,biz ser işler olduk.Uzun uzun emellere kapıldık,kapılanıp kaldık umutların kapısında.Ellerimiz vardı açıldıkça dolan, uzandıkça verilen;böğrümüzde kaldı ellerimiz.Hanım idik halayık olduk;bey idik köle edildik.
Sen gitmiştin...Yanmış igsilerle kara bahtımıza kara resimler çizdiler.Aşk dervişleri avare, pejmürde, hercâyî rüzgârlara kapıldılar,dönüşlerinin ahengini kırdılar.Bölük bölük kadınlarımız,grup grup erlerimiz,demet demet çocuklarımız,kimi güler, kimi ağlarken yitirdiler kendilerini.Ve sen gitmiştin efendim...
Sevgili!Hani bir aşk idin, bir güzellik idin sen, güzellikle askın kesiştiği prizmada.Güzelliğin cihanı gösteren bir ayna;aşkın o aynanın cilası idi hani.Güzelliğin olmasa efendim,aşkı hiç bilmeyecekti cihan;aşkın olmasa güzelliği hiç anlamayacaktı.Aşk pazarında mezat hep güzelliğine; güzellik yurdunda yollar hep aşkına durmuştu efendim...Ve sen gitmiştin...
Sevgili!Derd ile ağlayandın; hem derde salandın!..Gönül yurdunda çaresizlerin çaresi, hastaların merhemiydin.Saadetle yasamış, saadet çağını yaşatmıştın.Suretleri ve canları iman ile sen şekillendirmiş,"Lâ" ile "Illa"yi i´câz ile sen dillendirmiştin.Sen gidince, ey sevgililer sevgilisi, güvercinlerimiz tuzaklara esir düştü;hüdhüdlerimizin mil çekildi gözlerine.Artık düşmanlarımız dostlar arasında;dostumuz düşman içinde.Divanelere döndük, yaya kaldık yolunda.Kendimizi unuttuk, seni bilmez olduk...Sana muhtacız!..Sana en fazla muhtacız.En fazla sana muhtacız.Uyandır bizi uykumuzdan...Gel ey sevgili!Bir gelişle gel, bir gülüşle gel.Doğ ufkumuza, sar dünyamızı, gir gönlümüze yeniden..Sana muhtacız..Sana en fazla muhtacız...

1 Ocak 2009 Perşembe

BEN BÖYLE OLMAMALIYDIM…

Ben böyle olmamalıydım!
İsmini duyunca, boynum düşmeliydi omzuma,
İçime bir ateş düşmeliydi,
Ayaklarımın feri kesilmeliydi,
Kendimden geçmeliydim sonra,
Adını sayıklamalıydım adımı unuttuğumda,
Ama bunu kimse duymamalıydı,
Seni mahşere kadar saklamalıydım…
Ben böyle olmamalıydım!
Nisan akşamlarını ıslatırken yağmur,
Bahar, şarkılarını söylerken karanlığa,
Çalan her kapıya, “sensin” diye koşmalıydım…
Gece yıldızlarını serpince göğe, seni görmek için uyumalıydım.
Ayak sesleri gelmeliydi uzaktan, ben hep sana yormalıydım.
Şarkılar kime söylenirse söylensin, sana diye dinlemeliydim.
Türküler dolmalıydı odama.
“Ben bir selvi boylu yardan ayrıldım” deyince bir ses, “selvi boylu yar” sen olmalıydın.
“Kömür gözlüm, ateşine düşeli” senin için söylenmiş söz olmalıydı
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamalıydım.
Böyle olmamalıydım!
Kelimeler Taif’i taşıyınca kulaklarıma, daha yüzüme çarpmadan Taif rüzgarı,
Taşların izi çıkmalıydı yüzümde.
Uhud anılırken, dişlerime sızı düşmeliydi.
Haremde bir ikindi vakti, kem gözler çevrilince sana,
Ve vefasız eller uzanınca yakana,
İçim daralmalı, nefesim kesilmeliydi.
Sen ötelere hazırlanırken, öteler senin için süslenirken,
Son kez baktığın pencerede hayal edip seni,
Perdenin son kez kapanması gibi kapanmalıydı gözlerim.
Sonra içime doğru gerilip, seni bize lutfedenin ismini haykırıp,
“ALLAH”(cc) deyip, düşmeliydim yere.
Ama bunu kimse bilmemeliydi.
Seni mahşere kadar saklamalıydım.
Ve mahşer günü, uzaktan seni seyretsem, sana yakın olmak için can atsam,
Beni engelleseler, “sen kim, yakınlık kim” deseler,
Ben ağlamaktan konuşamasam, gözlerini çevirsen bana,
Benim cennetim bana bakan gözlerindir ve tebessüm etsen
Ama bunu kimse görmese, seni ebede kadar saklasam

Dursun Ali Erzincanlı

GELSEYDİN

Gelseydin
Sevgili!
Ümmü Mektum gibi
Seni görmeden sana sesleniyoruz
Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
Sanki açınca gözlerimizi
Seni görecekmişiz gibi
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeple konuşulur; edeple susulur.
Hele biz ki bu kapının dilencileri,
El açıp beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi ama
Şu araya giren yıllar olmasa
Medine’ne uzak yollar olmasa
İsmin anılınca yürek yanmasa
Kapında beklemekten başka
Bize bir şey düşmezdi.
Bekliyoruz Sultânım!
Rüyada olsa bile
Belki teşrif edersin diye
Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
Seni bekliyoruz.
Gelseydin,
Bizim için cennet olurdu gelişin.
Gelseydin,
Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
‘Kardeşlerim’ deyişini
Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
Gelseydin,
Dolaşsaydın sofralarımızı,
Bir tabak fazla görecektin,
Bir bardak, bir kaşık fazla…
Ve sofrada bir yer boş,
Baş köşe! ..
Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
Gelseydin,
Dolaşsaydın gecelerimizi,
O ‘Kutlu Doğum’ gecelerini,
Anneler görecektin.
Yeni doğmuşsun gibi,
Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
Mışıl mışıl uyuyasın diye
Seni sabahlara kadar
Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
Sevgili!
Gelseydin,
Medine-i Münevvere’den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
Eyyüb Sultan gibi,
Kab bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
Arkalarına bakmayı ar sayan,
Yiğitler görecektin.
Onlar senin yiğidin,
Elleri, o öpülesi elleri,
Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
Gelseydin,
Gecenin zifiri karanlığında,
Uykunun en tatlı aralığında,
Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
Gençler görecektin.
Gözyaşı dökerken günahlarına,
Veysel Karani’den istediğin gibi,
İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,
Asr-ı saadet gibi olmasa da,
Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
Yine senin ikliminde yetişen.
Ama sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek…
Hz.Vahşi gibi…
Hani sen Hane-i Saadet’ten Mescid-i Nebevi’ye giderken
Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı’nınsa
Bakışları yerdeydi.
Edepten göz göze gelmezlerdi.
Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
Bir de Ömer(R.A.) …
Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
Pencerelerde, kapı önlerinde,
Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin,
Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
Sevgili!
Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
Sevgili!
Bekliyoruz! …

Dursun Ali Erzincanlı

beklediğim vuslat


BEKLEDİĞİM VUSLAT

Bir hasret yangınındadır yüreğim
Yandıkça yanan bir ateşin ortasında,
Yapayalnız ben ve hislerim
Güneş batar,kararır geceler ufkumda
Çoğu zaman karartır duygularımı da.
Bir vuslatı beklerim
Yürek yangınımı söndürecek,
Aşkımı körükleyecek,
Alıp götürecek beni bu diyarlardan,
Taa O Sevgili’nin diyarına…

Ey yeşil Ravza’nın Goncagül’ü!
İçimde büyüttüğüm sevdam sanadır.
Beklediğim senin vuslatın,
Yanan senin aşkındır.
Bir yer var çok uzaklarda,
Adını diyar-ı hasret koyduğum.
En sevgili!Senin yurdun
Vuslat şehri bildiğim Medine’ye
Giden sevdalılarla selamlarımı gönderdim
Ve: “Çağır” dedim Sevgili’ye
“Beni de çağır yanına”
Şimdi bekliyorum gözlerim ufukta
Yürek yangınımı söndürecek,
Aşkımı körükleyecek,
Alıp götürecek beni bu diyarlardan,
Taa O Sevgili’nin yurdu
Diyar-ı hasrete!
Bir vuslatı bekliyorum.
LALEZAR